Esat Mahmut Karakurt

ESAT MAHMUT KARAKURT

Eski kitaplar bölümümüzde popüler edebiyat ürünlerine pek yer vermedik bugüne kadar. Oysa, Türk romanında çok önemli bir yeri var bu tür edebiyatın. Tanzimat romanı, tarihsel önemi bir kenara bırakılırsa, nitelik açısından bütünüyle “yüksek edebiyat” dışıdır. Kendisine Batı’nın popüler romanının örnek almış Osmanlı-Türk yazarlarının başka bir tarz ürün vermeleri de beklenemezdi zaten. Doğrusunu söylemek gerekirse, iyi de olmuş, bu sayede büyük okur kitleleri tarafından sevilen roman sanatı, ileriki dönemde Türk edebiyatında önemli bir yer edinmişti.
Esat Mahmut Karakurt, birbiri ardına yazdığı aşk ve macera konulu romanlarıyla, yaşadığı dönemin en çok okunan yazarlarından biriydi. 1902 İstanbul doğumlu yazarın, iyi bir eğitim aldığını görüyoruz. 1924 yılında Diş Hekimliği Okulunu, 1930 yılında ise Hukuk Fakültesini bitiren yazar, gazetecilik, öğretmenlik, milletvekilliği ve senatörlük görevlerinde bulunduktan sonra, 1977 yılında bir beyin kanaması sonucunda aramızdan ayrıldı.
“Ankara Ekspresi”, 1946 yılında, II. Paylaşım savaşının hemen ardından yayınlanmış. Yazarın, savaş yılları Türkiye’sindeki bir casusluk öyküsünü işlediğini görüyoruz. Türk ordusunun gözüpek istihbarat subaylarından Binbaşı Seyfi ile, Alman ajanları arasında İstanbul-Ankara hattında geçen bir casusluk öyküsü bu. Dönemin güçlü devleti Almanya, Türkiye’yi de istila etmek istemektedir. Bu amaçla, aralarında çok güzel bir kadın olan Frolein Hilda’nın da bulunduğu en gözde elemanlarıyla İstanbul’a gelirler. Harekatın başlama parolası “Ankara Ekspresi”dir. Öykünün sonunu tahmin etmişsinizdir herhalde; kahraman Türk binbaşısı Seyfi oyunlarını bozar, Hilda’yı da çekip alır Nazilerin elinden.

Bildik, hamasi bir öyküsü var romanın. Bildikliği, belki de bu minval üzerine kurulu filmlerden geliyor. Kendisi de aynı adlı iki filme senaryo teşkil etmiş “Ankara Ekspresi”nin 1972 yılında çekilen versiyonunda, başrollerde Ediz Hun, Filiz Akın, Kadir İnanır ve efsanevi kötülerimizden Atıf Kaptan oynamış, çok iyi de gişe yapmıştı. Popüler romana gücünü veren de, işte bu kitle sevgisi oluyor. Karakurt’un romanlarının her zaman çok baskı yapıp çok sattığını biliyoruz. Elimdeki kitap da, “Ankara Ekspresi”nin 1982 yılında yapılan 4.basımından.
Esat Mahmut Karakurt’un yazdığı yıllarda, romancılığımızın birkaç koldan ilerlediği görülür. Bir yanda milli edebiyat akımı temsilcilerinin, bir yanda toplumcu çizgideki yazarların ve son olarak aşk/macera temalarını işleyen romancılarımızın ard arda eserler verdiği bu dönemde, onun tercihi, cumhuriyet ideolojisine uygun aşk ve macera öyküleri yazmak olmuştu. “Ankara Ekspresi”, yokluklar ve baskılarla dolu bir tarihe denk düşmekle birlikte, romana yansıyan yalnızca, Türklerin “inatçı, cesur, şerefine düşkün bir millet” oluşudur. Alman yetkililerin Türk hükümeti ile ilgili yorumlarıyla da, yazar, milli şefe hürmetlerini ve bağlılığını bildirmektedir sanki. Daha bir çok sevimsiz ayrıntı bulunabilir, ama popüler romanlardan sızan gerici ideolojilerin apaçıklığı, bu metin ile ilgili diğer motifleri ele almayı gereksiz kılıyor.
“Ankara Ekspresi”ni önemli kılan, onun, eli yüzü düzgün ilk Türk casusluk romanı olmasında. Bilindiği gibi, tarihi I.Paylaşım savaşı öncesine dek uzanan casusluk romanları, gerçek hüviyetini II.savaş yıllarında Eric Ambler’le birlikte bulmuştu. E.M.Karakurt’un yazışında o metinlerin ne kadar önemi var bilemiyorum, ama, milli duyguları, macera, aşk ve erotizmi öne çıkarmasına rağmen, -hiç değilse Osman Aysu’da olduğu kadarlık- bir casusluk öyküsü de yansıyor romandan. Metin içindeki erotizm, o dönemler için cesur görünebilir. Ancak, Reşat Enis gibi toplumcu çizgideki yazarların, Peyami Safa gibi milli edebiyatçıların, ya da Kozanoğlu’nun başını çektiği popüler tarihi romancıların daha önce aştıkları bir sınırdadır onun erotizmi.
Metnin içeriğinden ve tarihinden çıkıp, anlatım özelliklerine ve diline geldiğimizde, üzerinde daha keyile konuşulacak bir alana girmiş oluyoruz. Çünkü, Esat Mahmut Karakurt, Kerime Nadir’e taş çıkartacak kadar abartılı tasvirlerle kurar anlatısını. Öykünün hiç önemi yoktur aslında, her şey dilsel güzellik içindir. Sonbahar mevsiminde bir İstanbul gecesini; “bütün bu işikların pırıltısından, bütün bu gökyüzünü dolduran bulutların renginden ve ağaçların çiçeklerinden daha tatlı, daha pembe bir duman tabakası altında, son bir güneş hüzmesiyle sararmağa, solmağa başlayan güzel İstanbul; barlarında, otellerinde, kulüplerinde ve sokaklarında cereyan eden bütün bu esrarengiz şeylerden tamamiyle bihaber, yeniden mesut bir gece yaşamak üzere, kendini ağır ağır Haliç’in karanlıklarına bırakıyor” diye resmederken, Başkentimizi de; “sağdan ve soldan gelen rüzgarları, denizlerin ve dağların gönderdiği fırtınaları, kalesinin granit kayalıkları üzerinde söndürerek, kuvvetinden emin, temkinli bir eski zaman hükümdarı gibi, tam bir huzur ve sükun içinde, ufuklardan başını kaldırmış, hür Anadolu yaylalarını seyre dalan Ankara” “cümleciği” ile tanıtıyor.
Mekanlardan insanlara ve tensel ilişkiye geçince, usluptaki ağırlık kaybolmaz; Binbaşı Seyfi’nin ağzından ideal kadın; “sevdiği adama kendi ayağı ile koşarak gelen, geldikten sonra da, vücudunu korumaksızın bırakırken, ruhunda heyecanlar, derisinde ürpermeler, titremeler duyan kadın” olarak takdim edilir. Karakurt’un metni; “birbirlerinin mevcudiyetini ancak, parmaklarının uçlarını, derilerinin üzerinde dolaştırmak suretiyle hissederek, divanın kenarına kadar geliyor ve sonra, garip bir gürültü ile, vücutlarını somyaların üzerine bırakıyorlar”.
Türk romanı üzerine yapılmış inceleme sayısının azlığını biliyoruz. Akademik çalışmalar, ne yazık ki, yapıldıkları fakültelerin dışına çıkamıyorlar. Dergi sayfalarında yapılan roman eleştirilerinde ise, genellikle, içerik sorunlarıyla birlikte tip/karakter tahlilleri öne çıkıyor, Türk romancılarının, roman tekniğini nasıl kullandıkları hakkında bilgi edinemiyoruz. Mesela, kimlik sorunu üzerinde duran incelemeci çoktur, ama, roman tarihinde ilk bilinç-akışı tekniğinin, Recaizade-Ekrem’in “Araba Sevdası” eserinde kullanılması üzerine yapılmış kapsamlı bir araştırmaya hiç rastlamadım. “Ankara Ekspresi” romanında, Esat Mahmut Karakurt’un anlatım tekniği de, bir arayışın ifadesi. Bugün yenilikler olarak alkışlanan bir çok eğilim, bütün cılızlığına rağmen, Türk romanı tarihinden örneklenebilir. Mesela, Atilla İlhan’ın başardım dediği, romanda görsellik yaratma çabası, “Ankara Ekspresi”nin tekniğinden çok ileri değil. Karakurt, daha o tarihte, neredeyse bir kamera göz gibi kullanmış anlatıcıyı. Başka bir romanında, polisiye bir kurgu içeren “Son Tren”de, -okuyucunun merak duygusunu derinleştirmek için- anlatıcıyı da anlattığı öykü hakkında bilgisizmiş, o da heyecanlanıyormuş konumunda tutan yazarın, bakış açısı konusundaki sınırları zorlama çabası içinde olduğunu anlıyoruz.
“her gecenin bir sabahı, her ıstırabın bir sonu vardır”!
E.M.KARAKURT

Esat Mahmut Karakurt’ın Yayınlanmış Kitapları

Vahşi Bir Kız Sevdim 1926
Çölde Bir İstanbul Kızı 1926
Dağları Bekleyen Kız 1936
Allahaısmarladık 1936
Ölünceye Kadar 1937
Son Gece 1938
Kadın Severse 1939
İlk ve Son 1940

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir